Haber Sitesi
HV
18 MAYIS Cumartesi 08:03

Atatürkçülük ve Kemalizm

Müge GÜLSES
Müge GÜLSES
Giriş Tarihi : 03-10-2023 13:06

 

Sistem (izm) bir düzenekler zinciridir. Örneğin bir otomobili düşünelim; şase üzerine oturtulmuş bir sürü parçanın birbirleriyle bağlantısı sonucu ortaya çıkmış bir nesnedir. Hiç kullanılmamış ya da kullanılmış bir otomobili onu oluşturan ustaların eline, takım aletlerinide tutuşturup bu aracı sökün dersek; o insanlar hiçbir parçaya zarar vermeden otomobili tek tek parçalara ayırarak bir kenara yığarlar. Bizde Kemalizm’i bir sistem olarak görüyorsak, bu sistemin önce nasıl kurulduğunu, nasıl işletildiğini daha sonra da; nasıl parçalanarak sökülmeye çalışıldığını ve son bölümde bu parçalardan elimizde kalanları nasıl tekrar bir araya getireceğimizi düşüncelerimle sizlere aktarmaya çalışacağım.

On dokuzuncu yüzyılın sonlarında büyük tarihi çalkantıların yaşandığı dünyada, Avrupa ihtilalleri yerini git gide Avrupalı olmayan ülkelere kayması dünya tarihi için en çarpıcı ve itiraz kabul etmeyen olaylarından biridir. Bu dönem milli duyguları meşrulaştırarak, ezilen sınıfların yanında ezilen halklarında rolünü de ağır bir şekilde ortaya çıkarmıştır. Mustafa Kemal’in 14 Ağustos 1920’de TBMM kürsüsünde söylediği şu sözleri ;

’Arkadaşlar, hep biliyoruzki, Dünya savaşının son yıllarında Rusya içinde patlak veren devrim, insanların mutlak çoğunluğunu teşkil eden yoksul halk içinde, özellikle bu halkın en çok acıya, zorluğa ve ıstıraba uğramış olan işçi sınıfı içinde eskiden beri mevcut olan sosyalistlik maksat ve amaçlarını ilan etti ve bütün insanlığın emperyalist ve kapitalist idarecilerin tahakkümü ve zalimce sömürüsünden kurtulmasını amaç edindi ve son hareket noktası da bu amaca bütün insanlığın katılmasını sağlamak için teşebbüse girişmesi oldu. Ruslarda çarın müstebit idaresi altında geçen savaş yıllarının dahada ağırlaştığı sefalet sonucunda bu duygular en yüksek noktasına varmıştı. Memleketin gayet geniş olmasına ve bir çok şart tabii ve gereklere sahip bulunmasına dayanarak bütün dünyanın emperyalistlerini düşman saymaktan ve onlara savaş açmaktan çekinmediler.

Batı emperyalistleri de bütün kuvvetlerini, bütün kudretlerini, bütün araçlarını onlara karşı kullandıkları halde, yaptıkları devrim hareketini bugüne kadar mükemmel bir başarıyla yaşatmayı başardılar. İslamiyetin en yüksek kanunlarını ihtiva eden ileri sosyalizmin bizim dahi mevcudiyetimize kast etmiş olan ortak düşman aleyhine bugün sağlamış olduğu zafer bizim içinde teşekküre şayan bir neticedir.’’

Milli Kurtuluş bayrağını yükseltmiş olan Türkiye’nin 1920’lerde emperyalizme karşı tavrı böyleydi ve bunu yüksek sesle ilan ediyordu.

Bu çağ Milli Kurtuluş devrimleri çağıdır. Bizde bu çağdan Milli Kurtuluş savaşını vererek çıktık. Milli savaşı kazanmak uluslaşmak değildir. Uluslaşmak demek Türkiye’de anayasal düzenin kurulması demektir. Yani bireyin T.C.’nin karşısında eşit haklara sahip olmasıdır. Bir anlamda bireyin hakları esas diğer sorunlar talidir. Diğer sorunların çözümü bu anayasal düzenin kurulup başarıya ulaşmasından geçer. Bunun için Mustafa Kemal’in yaptığı ilk iş hakimiyeti milletin eline almaktır ve sınırlarda güvenliği sağlamaktır. O halde şunu söyleyebiliriz. Kemalizmin ilk adımı; Gümrük Birliği ve Yabancı Sermaye Kanunlarıdır. Bu kanunlar, içerde kurulacak sisteme koruyucu kalkandır. Genç Türkiye’nin sınırları çizilmiştir fakat esas çelişki yeni başlamıştır. Dışa karşı esas içe karşı tali olan sorun tersine dönmüş içe karşı esas dışa karşı tali olmuştur. Çünkü ülke içinde toprak, Osmanlı’nın 1838’de hızlı çöküş başladığı dönemlerde kontrol edenlerin elinde kalmıştır. (Bkz Hakkı Karğın Türkiye’de Toprak Sorunu)

Bu nedenle toprak reformu zorunlu hale gelmiştir. Toprak reformu feodal kültürün sökülüp atılması demektir. M. Kemal toprak beyleri ve ağalarıyla anlaşamadığından, bu sorunu, Devlet üretim çiftlikleri oluşturarak çözmüştür. Bu çiftlikler ülke genelinde otuz yedi adettir. Her biri yüzlerce dönüm üzerine inşaa edilmiş, üretim ihtiyaçlarına göre tesisler oluşturulmuş topraksız köylüler bu yerlere yerleştirilmiştir. Bu oluşumlar esnasında gerek TBMM içeresinde gerekse toprak ağaları ve beylerinin bulunduğu köylerde sert çatışmalara girilmiştir. Bu çatışmaları yumuşatmak amacıyla M. Kemal 1933 yılında şu açıklamayı TBMM’de yapmak zorunda kalmıştır. ‘’Bu Komünist nazariyecilerden alınmış bir sistem değildir.

Bu Türkiye’nin ihtiyaçlarından doğmuş Türkiye’ye has bir sistemdir.’’

Toprak reformu yapılmadı diyenler bu kurum ve kuruluşları yeniden değerlendirsinler. Toprak reformu tabi ki bundan ibaret değildir. Toprak reformunun gerçekleşmesi; feodal ilişkilerin ortadan kalkması ve büyük toprak sahiplerinin olsun, köy emekçileri üzerindeki bize Osmanlı’dan miras kalan tefeci bezirgân sermayenin tahakkümü ve sömürü olanaklarına son verilmesi demektir. Demokratik devrim, topraksız ya da az topraklı köylüleri toprak ve tarım aracı sahibi durumuna getirecek olan devlet denetimindeki kredi kurumlarının onların yararına işletecek olan devrimdir.

Bu ülkede feodal ilişkilere son vermek demek uluslaşma sürecini hızlandırmak demektir. Ülkedeki halkların bütün ulusal ve demokratik hak ve özgürlüklerine sahip vatandaşlar topluluğu olarak serpilip gelişme olanaklarına kavuşması demektir. Demokratik devrim, Türkiye’de gerçek birlik beraberliği, dayanışmayı doğulu olsun, batılı olsun bütün halkın her türlü baskılardan kurtulmuş olarak eşitlik ve kardeşlik içinde,

Türkiye’nin ilerlemesine katkı sağlaması demektir.

Buda yeni bir yapılanmayı gerektirmektedir. Mustafa Kemal şöyle diyor: ‘’ Biz hududu milli yaşamaktan başka bir şey istemiyoruz. Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak, evvela bizim kendi benliğimize, ulusal bütünlüğümüze hissen, fiilen bütün el – al hararetimizle gösterelim; Bilelim ki Milli benliği bulunmayan milletler başka milletlerin şikar (av) ıdır.’’ Şimdi cumhuriyetin feodalizmi tasfiye etmek için kurduğu ekonomik yapılanmanın banka – tarım – sanayi ilişkilerine bakalım:

- Ziraat Bankası: Toprak mahsülleri ofisi, tarım ve hayvancılık kooparatifleri, devlet üretim çiftlikleri, et balık kurumu, süt endüstri kurumu; bu kurum ve kuruluşların her türlü ihtiyaçlarını karşılamakla görevlidir. Sermayesi devlet adına halka aittir.

- Şeker Bank: Şeker üretimi ve şeker fabrikalarının kurulması ile görevlendirilmiştir. Sermayesi devlet adına halka aittir.

- Sümer Bank: Giyim ihtiyaçlarının karşılanması için sümer kurum ve kuruluşları oluşturmaktır. Sermayesi devlet adına halka aittir.

- Sanayi Kalkınma Bankası: Ülke ekonomisinin ağır sanayisini oluşturmak için kurulmuştur. Sermayesi devlet adına halka aittir.

- Eti Bank: Ülke içinde yer altı ve yer üstü maden zenginliklerini devlet kanalı ile halk yararına çalıştırmak için oluşturulmuştur. Sermayesi devlet adına halka aittir.

- Pamuk Bank: Pamuk sorununu çözmek için oluşturulmuştur. Sermayesi devlet adına halka aittir.

- Demir Bank: Demir sorununu çözmek için oluşturulmuştur. Sermayesi devlet adına halka aittir.

- Tütün Bank: Tütün sorununu çözmek için oluşturulmuştur. Sermayesi devlet adına halka aittir.

- Türkiye İş Bankası: Sermayesi halka ait olup, özel sektörün teminat karşılığı kredi ihtiyacını çözmek, sanaiiye katkı sağlamak amacıyla inşaa edilmiştir.

- Ticaret Bankası: Sermayesi halka ait olup, özel sektörde el işletmeciliğinde ve küçük imalatta fabrikalara, büyük işletmelere geçmek için oluşturulmuştur.

- Halk Bankası: Halkın küçük birikimlerini doğru değerlendirilmesi amacıyla kurulmuştur. Sermayesi devlet adına halka aittir.

- Öğretmenler Bankası: Ülke genelinde bilinçli öğretmenler yetiştirerek insanların eğitilmesini sağlamak amacıyla kurulmuştur. Sermayesi devlet adına halka aittir.

Cumhuriyette kurulan tüm bankalar görüldüğü gibi ekonomi ile iç içe kalkınmada itici güçtür. Ekonomide böyle bir yapılanma, politikada yabancı bağımlılığını ortadan kaldıracağından, bağımlılığın ve sömürünün yanlısı olan üst yapı kurumlarını da değiştirmekle yükümlüdür ve devrim denen şeyde budur. Bu devrim bütün ulusal güçlerin bilinçli, örgütlü olarak ülkenin kaderini tayinde rol oynayacak demokratik düzeni gerçekleştirecektir.

Birinci bölümde gördüğümüz Banka – Tarım – Sanayi ilişkisini tamamlayıcı unsurlar:

- Devlet Demiryolları, Denizcilik İşletmeleri

- İktisat Genel Müdürlüğü

- Ticaret Sanayi Odası

- Menkul Kıymetler ve Borsaların Oluşturulması

- İletişim İçin; P.T.T.

- İnanç, Eğitim ve Sağlık

…Ve dedim çünkü bu üçlü çok iyi anlaşılması zorunlu, soyut gibi görünse de, emek ürünü olup tüm ülke halkının birinci dereceden sorunudur. Bu doğru algılanmadan ve öğrenilmeden yukarıda kurum ve kuruluşlarında sağlıklı işleme şansı yoktur. Bu nedenle M. Kemal, bu üç sorunu devletin denetimi altında alarak millileştirmiştir. Bunları açalım:

M. Kemal’de inanç sorunu: Bize Osmanlı’nın son dönemlerindeki yapılanmadan geldiği için; Biat (dine sonradan giren asılsız düşünceler) inançlar ön plana çıkarak hakim olmaya çalışmaktaydı. M. Kemal, inançlarımızın bilimsel olduğuna inandığından ilk olarak İlahiyat Fakülteleri oluşturmuş ve fakültelerin denetiminde İmam Hatip Okulları kurmuş; bu kurumlardan mezun imamları ülkenin dört bir köşesine göndererek biat eden şıh, şeyh ve dedelere karşı bilime dayanan, tabiri caizse bir savaş açmıştır.

(Bakınız; Hakkı Karğın, Türkiye’de Toprak Sorunu, Siyonizm ve Emperyalizmin Oluşturmaya Çalıştığı Dünya Din İmparatorluğu) ‘’Notlarım Sayfasında…’’

M. Kemal’de Sağlık Sorunu: Ülkede zenginliği elinde tutan toprak ağaları ve beyleri, her türlü ticaretle uğraşmaktadır. Amaç para kazanmaktır ve onlar için ticaretin her türlüsü mübahtır. M. Kemal bu sorunu doğru teşhis ederek sağlık sorununu bir anlamda millileştirerek Devlet Hastaneleri kurmuş; ülke insanının sağlık sorununu özel sektöre bırakmayarak, devletin kontrolü altında hastaneleri toparlamıştır.

M. Kemal’de Eğitim Sorunu: Yukarıda anlatılan tüm yapılanmalar bilimsel ve sadece insan düşüncesini ön plana çıkarmaktadır. Bu nedenle tüm ülke insanı, hem bilimden hemde bilimi insanların yararına işlemesini M. Kemal çok doğru tespit ederek bu sorunu da özel sektöre bırakmadan, devletin sorunu görmüş ve tüm okulları, Devlet Okulları olarak işletip; özel sektöre bırakmamıştır. Gerek birinci bölümde, gerekse ikinci bölümde ülke ekonomisinin alt yapısını gördüğünüz gibi M. Kemal, üç şase üzerine oturtmuştur.

a) Devletin Yapacağı İşler (Devlet Sektörü)

b) Özel Sektörün Yapacağı İşler (Özel Sektör)

c) Kooperatifler ve Devlet Üretme Çiftlikleri

Bu üçlü KEMALİST Türkiye’nin genel ya da temel programıdır ve Cumhuriyet’in alt yapısıdır. Birde Cumhuriyet’in üst yapısı vardır. Bu üst yapı, alt yapıdaki çalışma programını oluşturacaktır. Bu da M. Kemal CHP’sinin özel programıdır. Örneğin;

- Dış İlişkiler

- Devlet Sektörü Meselesi

- Sanayici ve İş Adamları Meselesi

- Tarım ve Kooperatifler Meselesi

- Dinsel İnançlar Meselesi

- Milli Azınlıklar ve Ulusal Mesele

- Küçük Aydınlar ve Esnaf Meselesi

- Sağlık Sosyal ve Güvenlik Meselesi

- Eğitim Meselesi

- Ülke Savunma Meselesi

- İnsan Haklarına Bakış Açısının Geliştirilmesi ki bunlara daha birçok şey ekleyebiliriz;

Yeter ki genel programa bağlı olarak, her şeyi hesaba katarak, etraflı planlama yaparak ve yerinde tespitleri oluşturarak kitlelerin toplumsal sorununu çözmektir. M. Kemal’in yaptığı alt yapılanmada CHP’nin genel ve özel programı budur ve bu ülkenin kuruluş felsefesidir. İşte bu genel ve özel programın oluşturduğu kurum ve kuruluşların bir düzenekler kurallarıyla çalışması gerekmektedir ve bunlar birer birer kurallara bağlanmıştır. İşte bu kuralları, alt alta toparlarsak ve bunlarıda her insanın kabul edeceği yasalara bağlar isek, ANAYASA ortaya çıkar.

YORUMLAR
Ali 5 ay önce
Doğru bilgileri içeren bir yazı. Teşekkür ederim.
Kenan Erçel 7 ay önce
ATATÜRK ve Cumhuriyet konusunda bugüne kadar okuduğum en güzel, yeterli özet. Keşke CHP yönetimi sizin kadar bilinçli olsa.Elinize beyninize sağlık.
Osman Tali 7 ay önce
Tesekkur ediyorum.

Yureginize bedeninize elinize sağlık.

Saglikla güzel bir gün ve hafta dilerim

Saygilarimla
Cafer 7 ay önce
Okunması gerekir